Pazar, Aralık 17, 2006,22:26
Hayatımızın bir müsamere olarak portresi
Türkiye hızla konuşma balonlarının uçan balonlara dönüştüğü bir ülke oluyor. Kim söylerse söylesin, niçin gerek duyarsa duysun, söylenen her söz bir anlam ve değere sahip olamıyor. Çünkü meselelere bakarken samimi olma becerisini gösteremiyoruz. Herkesin kafasının içinde bir hesap var. O hesabın ille de kırk tilki tarafından oraya buraya çekiştirilen türde bir hesap olması gerekmiyor. O hesap iyi niyetli bir hesap da olsa durum değişmiyor. Ardında hesap barındıran her cümle etrafa samimiyetsizlik yayıyor. Aklın önündeki en büyük engel de bu. Birbirimizi anlamayı beceremiyoruz; çünkü birbirimize hesapsızca bakamıyoruz. O zaman da ortaya çıkan her diyalog, aramızdaki her sosyal münasebet, hayatımızı sakil bir müsamereye dönüştürüyor.

Siz de öyle misiniz bilemiyorum; ama ben sık sık kendimi o sakil müsamerelerden birinin içinde debeleniyormuş gibi hissediyorum. Bu hazmedilebilir bir şey değil. Samimiyetsizlik, eğer farkındaysanız, ucundan tutamayacağınız kadar kayganlaşabilen irkiltici bir şey... Onu teşhis edebilseniz bile, teşhir edemiyorsunuz üstelik. Çünkü bunun için de samimiyet gerekiyor. Kimsenin konuştuklarını kafasının içindeki belli bir hesap üzerinden söylediğini kabul etmesi mümkün değil. Çoğumuz için o hesaplar artık kanıksanmış, alışılmış, görünmezlik zırhına bürünmüş durumda. Farkında bile olmuyoruz söylediklerimizin sadece o ana, o duruma ait olmadığını...

Bunları eleştiri ya da özeleştiri olsun diye yazıyor değilim. Öyle olması elbette güzel olurdu. Ama o noktaya gelmek için, yaşadığımızın her anının muhasebesini vicdanlarımızda taşıma merhalesine gelmemiz gerekiyor. Yalanı nerede olsa hemen tanıyan, yalanla yaşamayı içine sindiremeyen, yalanı kanıksamamış, yalana alışmamış, en tahripkâr yalanın kendimize söylediğimiz yalan olduğunu çok iyi bilen insanlar olmamız gerekiyor. Bize samimiyetimizi geri verecek olan hal bu haldir. Hesaplardan soyunmamız, sözlerimizi yalın anlamlarına geri kavuşturmamız gerekiyor. Yoksa üstümüze çöken bu ağırlığı hiçbir zaman kaldıramayacağız.

Bunun nasıl bir ağırlık olduğunu bilmeyenler, farketmeyenler varsa can kulaklarını seslere çevirsinler. Bu kadar çok şeyin tartışıldığı, sözlerin hararetinin bu kadar çok yükseldiği, sözcüklerin bu kadar hoyratça, bu kadar rahatlıkla sağa sola savrulduğu bir zaman ve mekânda neden aramızda hiçbir "anlaşma" hali yaşanamıyor? Neden birbirimizi anlamak konusunda azıcık bile olsa bir mesafe alamıyoruz? Çünkü sözlerimiz birbiriyle konuşmuyor, sadece hesaplarımız tokuşuyor!

Yine ikna olmayanlar ve kendini bu samimiyetsiz müsamerenin dışında tutmakta ısrar edenler varsa, onlara da kendilerini iyi bir yoklamalarını tavsiye ediyorum. İyice ararlarsa ruh derinliklerinde söylenmemiş ne kadar çok sözlerinin biriktiğini farkedecek ve çok şaşıracaklar. Adı "söz" olan, yani söylenmek tabiatında olan onca şey, neden dünyaya bırakılmaz da, ruh derinliklerinde kocaman bir dağ oluncaya dek üst üste biriktirilir? İçimizde bu ürkekliği tutuşturan nedir? Dinleyecek bir çift can kulağı bulamamak endişesi olmasın sakın!

Samimiyet kaybolup gidiyor dostlar, ruhlar bu sakil müsamerede nasıl nefes alacak?

Gökhan ÖZCAN